Skip to main content

Zeytin dalı ve barış

·1610 words·8 mins

Ekşisözlük gibi iğrenç ortamlarda fazla gezinmesem de, geçenlerde son olaylarla ilgili “göte göt diyen bulur muyum acaba” diyerek gezelerken denk geldiğim bir yazıyı paylaşmak istedim. Blogda dursun istedim daha doğrusu. Yazı bana ait değil, yazarın ismini sonda bulabilirsiniz.

bugün akp ve mhp’nin yerli ve milli unsurlarıyla, chp’nin ulusalcı tayfası kol kola kenetlenmiş bir şekilde bu harekatın nasıl bir zorunluluk olduğundan bahsediyorlar. şaşırtıcı bir durum değil elbet bu, hepsinin mayaları aynı; sadece ortaya çıkan ekmek farklı. biri trabzon ekmeği ise diğeri de sinop köy ekmeği; öteki de kentli metropol ekmeği işte. tatları farklı olsa da mayaları aynı hepsinin.

şunu diyorlar bugün. “barış içinde yaşamak için savaşmamız gerekir.” bu bir söylemdir. kimlerin söylemidir peki söyleyeyim mi? egemenlerin söylemi. toprakları ilhak etmek isteyenlerin, arka planda farklı niyetleri olanların, barış yapmaktan çekinen ve içten içe eşitlenme korkusu yaşayıp öteki üzerinde iktidar kuranların söylemi. moğollar tarihi boyunca hunharca savaşmıştır. bugün nerededirler peki? roma imparatorluğu’nu istila eden savaşçı* kavimler ya tarihin çöplüğüne gömülmüş, ya da uygar dünya ile tanışınca savaşçı özelliklerinden vazgeçip uyum sağlamak zorunda kalmışlardır. türkler de şayet araplarla ve medeniyetle muhteva olmuş dönemin islam düşüncesiyle tanışmasalardı, pekala diğer kavimler gibi helak olup kaybolacaklardı. fakat islam’ın üzerine basarak yükseldiler ve medeni dünyayı kendi savaşçı niyetleri için dönüşüme maruz bıraktılar.

bu kısıma ufak bir not: kayser, roma; bizans ve alman imparatorlarının kullandığı bir unvandır ve bizans’ı teslim alan osmanlı da bu ünvanı kullanmaya devam etmiştir. kelimenin kökeni sezar’dan gelir. sembolik anlamı ise uygar dünyanın koruyucusudur. osmanlı kayser-i rum olarak geçer ve bu düşünceye göre bizans’ı işgal etmemiştir, teslim almıştır. kendini bir neo-bizans ya da neo-roma olarak görür.

tekrar devam edersek kendi savaş ekonomisi ile uygar dünyanın kazanımlarını bir araya getiren osmanlı avrupa’nın ortaçağı yaşadığı bir dönemde semirip büyümüştür lakin osmanlı’nın kayser-i rum iddiası bir ünvandan öteye geçememiştir. bunun sonucunda sahip oldukları topraklar ölü bir kültüre terkedilmiş ve uygar dünyanın içi boşaltılmıştır; ve ortaya 600 sene boyunca tek bir fikir üretemeyen mutlak otorite düşkünü bir yapı çıkmıştır. son 150 senesinde ise ingiliz’in sömürgelerine giden yolları tuttuğu için diyaliz makinesinde yaşatılan uzak karakolu olmuştur.

diyeceksiniz ki şimdi, bunları niye anlatıyorsun konuyla ne ilgisi var. çok ilgisi var. bugün o yukarıda andığım “mutlak otorite” bize miras kalmıştır. tabi tek başına gelmez, paket halinde gelir. paketin içinde şovenizm, islamı eğip bükme ve içinden savaşı legalize edecek unsurlar çıkarma, milliyetçilik, ve etnik merkezcilik gibi yapılar da bulunur.

bugün istilacı niyetler sürdürmemiş olan çin dünyanın en kalabalık nüfusuna ve en büyük ekonomilerinden birine sahiptir. nefsi müdafaa için savaşmıyorsanız eğer, savaşmak uzun vadede tek başına bir başarı getirmez. üst zümrenin cebini doldururken, halk tabakalarına ise vergi ve ölüm olarak geri döner. toplumları ilerleten savaş değildir. işbirliği ve aklın önderliğinde inşa edilen bir yaşamdır. işbirliği o kadar mühim bir olgudur ki toplumları yaşatmakla kalmamış, onların geleceği şekillendirmelerine de imkan sağlamıştır. işbirliği, ilkel duyguları tarihin derinliklerine gömüp aklın ortaya çıkacağı ortamın oluşmasını sağlar. akıl ortaya çıktıktan sonra ise uygar insana ait değerler oluşmaya başlar.

biz tarihimizin hiçbir döneminde böyle bir seviyeye gelemedik. yakınından dahi geçemedik. idrak kapasitemizi aştı bu durum bizim. türkün türkten başka dostu yoktur deniyor ya hani, bu durumu yaratan türkün kendisi. çünkü o tarihinin hiçbir döneminde dost olmak istemedi, egemen olmak istedi. kürtlerle onurlu bir barış yapma imkanı vardı, çözüm sürecinde de kritik bir noktaya gelinmişti. fakat akp oylarının düşmesi, kürt oylarının yükselmesi; ülkede en ulusalcısında bile demokratik bilincin yeşermesi üzerine masa devrildi ve savaş çığırtkanlığı tekrar hasıl oldu. zira özgürlüğün gelmesi, sağcılığın tarihin karanlığına gömülmesi demekti.

deniliyor ki, marksist sosyalist bir parti mi kürtlerin sözcüsü? güzel kardeşim hiçbir sağcı parti, ya da kürt coğrafyasından çıkmış başka bir parti kürtlerin en temel hakları olan ana dilde eğitim hakkını, eşit vatandaşlık hakkını savunmadı. marksist diye aşağıladığınız hdp savundu. bizim kürt kardeşlerimizle sorunumuz yok diyen partiler goygoydan öteye geçemedi. kalplerin arasına kırmızı çizgiler çizdi, “kardeşiz ama bizim istediğimiz gibi kardeşiz” denildi. bunu idrak edemeyecek kadar yoksunsanız benim diyecek bir sözüm yok.

geçen gün milliyetçi olduğunu bildiğim bir arkadaşımla bu operasyon üzerine ufak bir sohbet gerçekleştirdik. sohbet ilerleyince farklı yerlere geldik ve ben konuyu temel hak ve özgürlükler noktasına getirip şu soruyu sordum: “15 temmuz’da bir iç savaş çıksaydı ve abd türkiye’ye girip yerleşseydi, kendi dilinde eğitim uygulamaya başlasaydı ne yapardın?” dedim. “savaşırdım” dedi. “kürtler de bunun için savaşıyor” dedim. kem küm edip “aynı şey değil”, “bizim 2000 yıllık devletimiz var. onlar devlet kuramamış” goygoyuna bağladı. yani oksimoron seviyesini görmek çok zor değil. 21.yy’da, bir devletin yoksa eğer, başkasının ana dilinde eğitim yapmaya mecbursun. hadi devleti siktir et, “eşit vatandaşlık” falan dersen de terörist olarak itham edilmeye mahkumsun. iki ucu boklu değnek, ben soruyorum peki; açık yüreklilikle soruyorum, bugün çocuğu olan bir kürt annesi, ya da babası ne yapmalı? bana bu sorunun cevabını verin. fakat veremiyorsunuz, kem küm edip resmi dil türkçe demeye getiriyorsunuz. toplumsal sorunlara karşı hiçbir çözümünüz yok. sizden olmayan ne bok yerse yesin umrunuzda değil.

ikinci oksimoron ise şu; önce silahı bırakın, meclise gelin denildi. hdp meclise geldi. bu sefer ise siz terörsünüz siktirin gidin lan denildi. bunun akabinde kürtler devlet kurmak istedi, siktirin devletinizi ortadoğuda kurun burası türk toprağı denildi. kürtler suriyede kantonlaşmaya başlayınca da kafalarına bombalar atıldı. mantığın bittiği yerde milliyetçilik başlıyor resmen, siz ne çeşit bir varlıksınız lan? kürtlere nasıl bir yaşam alanı tanıdınız da, bugün kürtleri suçluyorsunuz?

üçüncü oksimoron’u da es geçmeyelim; kürtlerin tarihsiz olduğu yanılgısı. türkün ne kadar tarihi varsa, kürdün de aynı ölçüde kayda geçirilmemiş olsa da bir tarihi var. kanuni bundan 500 sene önce fransuva’ya yazdığı mektupta kürdistan’ın sultanı olduğunu söylüyor. kürdistan dediği yer ise, sancak sistemine bağlı değil; yani özerk bir bölge. bu da şu demek; dış işlerinde osmanlı’ya bağlı fakat içerde o bölgenin ileri gelenleri tarafından yönetiliyor. yani halkı osmanlı’nın bir tebaası değil. yine 16.yy’da*bitlis emiri şeref hanın yazdığı şerefname adlı bir eser var. devlet kurmanın bir milleti idare etmek için tek yol olduğu düşüncesi tamamen 17.yy hobbes’cu devlet anlayışı sonrası ortaya çıkmış bir fikirdir. ilerlemeci tarih anlayışı ile bu duruma yaklaşılamaz. meseleye günümüz anlamında bir modern devlet bulma çabasıyla yaklaşılıyor ve hata yapılıyor, oralarda feodal yapıda proto-devlet unsurları hali hazırda vardı. osmanlı da bu yapılarla işbirliğine gitti.

tarihten siyasete gelelim. bugün tayyip erdoğan bursa’da dev bir miting yaptı. operasyona başlanılan gün böylesine bir miting elbet tesadüf olsa gerek. yani seçim kampanyasına dönük bir çaba olmaması lazım. erdoğan dosdoğru adamdır. öyle şey yapmaz. lakin kafama bir nokta takıldı. allah bizimledir dedi bu mitingde. bunu da arapça söyledi. allah neden bir jamaika’lının ya da singapur’lunun yanında değildir de türk’ün yanındadır sorusu elbet yerinde bir soru. 7 milyor insan var sonuçta değil mi? ya da soruyu tersine çevirelim. okyanus ötesinden gelip ortadoğuya yerleşen abd’nin yanında kim var? bu kadar güçlü olduklarına göre manevi bir destekçileri olması lazım sanki?

bugün olan biten bu savaş, rusya’nın onayı olmadan yapılamazdı. kapalı kapılar ardında neler konuşuldu, neler pazarlık edildi bilmiyoruz. fakat rusya onayı verdi. zira suriye’de rusya, abd, iran arasında bir satranç oyunu oynanıyor. türkiye de ucundan da olsa “beni de oyuna alın” diyor. elbet abd’ye karşı egemenlik alanını genişletmek isteyen bir rusya söz konusu. bizim hükümetin yaptığı ise dış politikayı iç politika için kullanmak. bu yeni bir durum değil keza alışığız buna. bugün tüm milliyetçi kesim afrin operasyonu sayesinde konsolide ediliyor. bu gerçek bir savaş değil. baudrillard’ın dediği üzere bir simülasyon. içeri için yürütülen bir algı yönetimi. türkiye burada başarılı olsa bile fırat’ın doğusundaki 400 km’lik sınır için mücadele edebilecek ne askeri gücü, ne ekonomik gücü, ne de siyasi gücü var. hal böyleyken fırat’ın batısında yapılan savaş için bahaneler öne sürüp milliyetçi kesime gaz verip gaz alınıyor. sözlükte görüldüğü kadarı ile de balon gibi şişiyorlar. cehalet böyle bir şey zaten. (bkz: dunning-kruger sendromu)

“onların kafalarını ezin, doğduklarına pişman edin onları!!” diyen bu sürü toplumunda insanlık adına hiçbir gelişme yoktur. sadece kendilerini, ve kendi egemenlik haklarını düşünürler. bunlarla nitelikli bir sohbet edemezsin, ne bileyim bir sanat filmi üzerine ya da bir roman üzerine konuşamazsın. tarih bilmezler, sosyoloji bilmezler, antropoloji bilmezler. kalpleri nefretle doludur. hayatın inceliklerini göremezler, tüketmek dışında dünyaya bir katkıları yoktur. sahip oldukları tüm bilgiler medya ve aile kanalıyla oluşur. yani en az, o çok eleştirdikleri karşı taraf kadar ideolojiktir. amaçsız yaşamları, asla sorgulanmamıştır. sorgulanmamış bir yaşam ise yaşamaya değmez.

(buraya sinemadan bir not düşelim madem. seren yüce’nin çoğunluk adlı filmi tam da siz sığırcık kuşlarının hayatını anlatıyor.)

zaten devlet de bunların yaşamına zerre değer vermiyor. (adamlar devlete tapıyor, insani bir yaşam talep etmiyor ki; devlet niye değer versin?) bakmayın bugün savaş çığırtkanlığı yaptıklarına. yarın bir başlıkta vergilerden yakınacaklar. diğer başlıkta devletin ilgilenmediği x kişinin ölümünü eleştirecekler. diğer bir başlıkta ise bu ülkede artık yaşanmıyor goygoyu yapacaklar. bunların yaşamı çelişkiler üzerine inşa edilmiştir. gerçekle yüzleşmeye cesaret etmek, yaşamı hakiki anlamıyla yaşamaya atılan bir adımdır. fakat yaşamaya da niyetleri yoktur bu kitlenin. avm kahvecisinde iki kahveye 20 lira gömüp futbol, karı kız konuşmaya yaşam diyorlar. eve dönünce de 31 çekip uyuyorlar. ülkeyi boka çevirenin kendileri olduğundan habersizler. fakat ellerine geçen her fırsatta hiçbir bok olmamalarına rağmen başkalarını suçluyorlar. bundan da derin bir haz alıyorlar; birincisi başkasını boklamanın hazzı, ikincisi ise kendini olumlamanın getirdiği rahatlama.

sonuç olarak şunu görüyorum. tarihte ne isek, bugün de oyuz. insan olmanın erdemlerine dair bir çabamız yok. bizim gibi olmayanı ezmek arzusu ile yanıp tutuşuyoruz. biraz eşelediğimizde hepimizin içinden ilkel parçalar fışkırıyor. kültür alanında edinilen en ufak bir başarıda kendini sokaklara atan, bayraklar asan insanların ülkesi burası. hepsinin arkasında da aynı ilkel dürtü var; “biz ezik değiliz” dürtüsü. hepinize acıyorum. daha doğrusu hepimize. bu ülkenin sıkıntıları akp’den çok daha derin. bir yol alabileceğimize dair en ufak inancım da kalmadı. böyle gelmiş, böyle gider.

“pokoko soldoronco noyo boroş domoyorsonoz” diyen sığır kardeşime de bir not düşeyim gitmeden. bu yazıyı türkiye afrin’e girdiği için değil, sosyal medya bekacılarının gözlerindeki, cehaletin dipsiz kuyularının karanlığını gördüğüm için yazdım. şimdi sıvazlamana devam edebilirsin canım kardeşim benim. bu askerler senin için çatışıyor değil mi?

21.01.2018 23:05 tarihsel bulgular isiginda sevisen adam