… İşte! Başkalarının akıllarına güvenmek, bu adamın işine yaramıştı! Kendi kararlarını vermekten vazgeçip, başkalarının kararlarını uygulaması gerektiğine inandığı gün, üzerinden, hayat boyu yapılması gereken bütün seçimleri ağırlığı kadar bir yük kalkmış, hatta bir anlamda, özgürleşmişti. Bütün insanlar gibi o da, seçimler yapma zorunluluğu tarafından kuşatılmış olarak doğmuş ama bir makineye dönüşme pahasına da olsa, iradesinden vazgeçme cesaretini gösterip o kuşatmayı yarıp çıkmıştı. Çıktığı yer, sorumluluğun dışıydı! Kendininki yerine başkalarının akıllarına güvenerek, zihnini hayatla kirletmemiş ve daima emirlere uyduğu için, kimse tarafından sorgulanmamıştı. Özellikle de kendi vicdanı tarafından! Bütün sorgulardan muaf olmasının nedeni, işte bu itaatiydi. İtaat, iradesinden vazgeçen için, dünyanın bütün hatalarını yapabilme özgürlüğüydü! İtaat, kişinin kendi başına işlemeye asla cesaret edemeyeceği suçları gerçekleştirebilmesinin müthiş bir yoluydu! İtaat, her gün farklı biri olarak uyanılan bir rüyaydı! Öyle bir rüyaydı ki insan kendini sürekli bir şeyler yaparken görüyor ama gerçekte onları kendisinin yapmadığını biliyordu. İtaat bir mucizeydi! Sıradan bir insanı alıp ona atom bombası attırabilir, sonra da bütün dünyayı o insanın masum olduğuna inandırabilirdi. İtaat, suçluluk duygusu ve vicdan azabının panzehiriydi! Herkes itaat etmeliydi! Hepimiz itaat edecek birini bulup, suçu ona atmalıydık! Herhangi bir ülkenin ya da bir çocuk çetesinin lideri bile olsak, itaat edecek birilerini bulmalıydık. Her şeyden önce, akıl sağlığını korumak için bu şarttı. Yapayalnız bir imparator bile olsak, etrafımızda bize emir verecek tek bir insan bile olmasa, yine de bir yolunu bulup itaat edecek birini bulmalıydık. Tanrı, bunun için vardı! DÜnyanın bütün kralları, imparatorları, diktatörleri ve devlet başkanları itaat edebilsin diye! İtaat denilen çamaşır suyunu vicdanlarına döküp, “Her şey Allahtan!” diyerek uykuya dalabilsinler diye! Hatta sadece liderler, yalnızca tanrıya itaat edebiliyordu. Çünkü diğer bütün insanlar hem liderin hem de tanrının buyruklarını yerine getiriyordu. Bütün mesele, kime itaat edeceğini seçmekteydi. Tek bir seçim yapıp, gelecekteki bütün seçimlerden muaf olmak! Biraz da at yarışına benziyordu bu iş! İradeni kime yatıracağını doğru tutturmak gerekiyordu. Öyle bir lider olmalıydı ki, hiçbir krizde halkına dönüp de “Bütün bunlar, sizin suçunuz!” dememeliydi. Kendisine yatırılmış bütün iradeyi alıp sonsuza kadar harcamalı ve kendi iradesini de, ona asla hesap sormayacak olan bir tanrıya devretmeliydi. Böylece, o ülkede işlenmiş bütün suçların sorumluluğunu, bir sanayi atığı gibi uzaya gönderebilmeliydi. Vicdan azabından delirmemenin ve bir toplum olarak temiz kalmanın tek şartı, zincirleme itaatti! …
(Hakan Günday/Daha)