Bir blogum olduğunu unuttuğum zamanlardan biri.
-
Leş gibi geçen bir sürecin ardından yeni normalim(iz)e alışıyorum. Gece uyuyamadığımız için sabaha doğru işyerine izin girdim. Şu anda kucağımda uyuyan bir bebekle, bira içip pastırma yiyerek takılıyorum. Ve en komik tarafı, bundan tarif edilemez bir keyif alıyorum. Sanırım evrim bizi kanala iteledi.
-
Posta kutusuna baktım, 2 tane mektup gelmiş “lbv"den. Genelde park cezası falan gönderdikleri için hafif tırsarak açtım, ama sorun yokmuş. Hem eşime hem bana gönderilmiş: “Merkezi mahallede oturduğunuz için, sizin orada park olayını paralı yapmayı planlıyoruz (bölge sakinlerine yıllık cüzi bir miktar, diğerlerine saatlik 2€), bu yüzden lütfen yorumunuzu bize iletin” demişler. Ömrümün yaklaşık 30 yılı Türkiye’de geçtiği için, halen buradaki bu “insanların fikirlerine değer verme” olayına alışamadım.
-
Türkiye’ye giderken saksıdaki çiçekleri emanet ettiğim alt kattaki kedili bunak teyze, dönünce saksıların sadece yarısını geri verip, “başka yok, bu kadar” diye ısrar etti. Resmen arakladı çiçekleri. Lan pencereden görüyorum bizim çiçeği işte! Neyse iki çiçekten ne olacak diye ses etmedik, takılsın bakalım.
-
Herhangi bir sorunum yokken diş hekimine kontrole uğradım. Kontrolün sonunda “oo patron sen boku yemişsin” tadında konuşup, diş başına 700€’ya kadar masraf çıkardı. Suratına anlamsızca bakarak, “Türkiye’ye git diyorsunuz yani” dedim, bozuldu. Burada gerçekten Türklere çok yaklaşmamak lazımmış, tekrar hatırlattı.
-
Bir süredir keyfi podcast dinleyicisi oldum. Genellikle Çavuşesku’nun termometresi ve ilk 3 dakikası haricinde Bugünde bugün dinlemekle yetinsem de, geçen dolaşırken Nişanyan’ın Samos sürgünü’nü keşfettim. Şimdilik iyi gidiyor. (Zamanın ötesinden edit: İyi giderken sıçtı, kafa gitmiş amcada.)
Bir sonraki sıkılmamda görüşmek üzere.